Kaç Dereceden Sonra Kör Olunur? Kültürel Körlükten Antropolojik Bir Bakış
Giriş: Görmenin Ötesini Arayan Bir Antropoloğun Notları
Bir antropolog olarak, insanın dünyayı algılayış biçimlerine daima hayranlıkla bakarım. Görmek sadece bir biyolojik işlev değil, aynı zamanda bir kültürel eylemdir. Her toplum, görme ve körlük kavramlarını kendi mitleri, ritüelleri ve sembollerine göre anlamlandırır. Bu yüzden “Kaç dereceden sonra kör olunur?” sorusu, yalnızca tıbbi bir ölçü değil, insanın anlam dünyasına açılan bir penceredir. Körlük bazen fiziksel bir kayıp, bazen ise ruhsal bir bilgelik hâli olarak kabul edilmiştir.
Biyolojik Gerçek: Görme Kaybının Sınırı
Tıp dilinde, görme açısı 20 derecenin altına düştüğünde birey “yasal olarak kör” kabul edilir. Normal bir insan gözü ortalama 210 derecelik bir görüş alanına sahiptir. Ancak bu daralma yalnızca biyolojik bir süreç değildir; görme yetisinin azalması, insanın dünyayla kurduğu ilişkinin de yeniden tanımlanması anlamına gelir.
Antropolojik açıdan bakıldığında, körlük yalnızca bir bedensel durum değil, kültürel bir kimlik dönüşümüdür. Kör bireyler, birçok toplumda farklı statüler, roller ve sembolik anlamlar taşımıştır. Bu yönüyle körlük, hem bir sınır hem de yeni bir algı biçimidir.
Antik Kültürlerde Körlük: Bilgelik ve Kehanet
Antik çağlarda körlük, sıkça bilgeliğin sembolü olarak görülmüştür. Eski Yunan’da kör kâhin Tiresias, gözlerini kaybetmiş ama “gerçeği gören” kişi olarak anılırdı. Gözlerini kaybetmek, görünür dünyanın ötesine geçmenin bir yolu olarak yorumlanırdı. Aynı şekilde bazı Afrika topluluklarında, görmeyen şifacılar ruhlarla iletişim kurabilen özel kişiler olarak kabul edilirdi.
Bu örnekler bize gösterir ki, birçok kültürde körlük bir eksiklik değil, algının dönüşmüş hâlidir. Kör olmak, bazen “dünyayı yanlış görmekten” kurtulmak anlamına gelir.
Ritüeller ve Körlük: Görmeyi Kısıtlama Pratikleri
Bazı kültürlerde insanlar bilinçli olarak görme duyusunu sınırlar. Örneğin, Güneydoğu Asya’daki bazı inisiyasyon törenlerinde genç erkekler bir süreliğine gözleri kapalı şekilde toplumdan uzaklaştırılır. Bu ritüel, “gerçek görme”nin yalnızca gözle değil, kalple gerçekleştiğini öğretmeyi amaçlar.
Benzer biçimde, Anadolu’daki derviş geleneklerinde de “dünya körlüğü” kavramı vardır. Gözleri dış dünyadan çevirmek, içsel hakikati görebilmenin ilk adımı sayılır. Böylece körlük, ruhsal bir görme biçimi haline gelir.
Toplumsal Yapılar ve Körlüğün Anlamı
Körlük birçok toplumda farklı sosyal anlamlar taşır. Batı toplumlarında uzun yıllar “yardım edilmesi gereken bir engel” olarak görülürken, bazı yerli kültürlerde körlük toplumsal hiyerarşide ayrıcalıklı bir konum anlamına gelmiştir.
Örneğin, Amazon’daki bazı yerli kabilelerde doğuştan kör çocukların “doğal sezgiyle doğduğuna” inanılır. Bu çocuklar toplumun ruhsal dengesi için kutsal kabul edilir. Körlüğün burada toplumsal bir işlevi vardır; birey farklı olduğu için dışlanmaz, aksine bir denge unsuru olarak görülür.
Bu örnekler, “kaç dereceden sonra kör olunur” sorusunun aslında kültürden kültüre değişen bir anlam taşıdığını gösterir. Bazı toplumlar için körlük, fiziksel bir eşiği değil, metaforik bir dönüşüm noktasını temsil eder.
Modern Dünyada Körlük: Görsel Aşırılık ve Farkındalık Eksikliği
Modern çağda insan, her zamankinden daha fazla “görür” hale geldi. Ekranlar, imgeler, reklamlar, sürekli parlayan ışıklar… Fakat bu görsel bolluk içinde gerçek körlük yeniden tanımlandı. Artık gözlerimiz açık, ama farkındalığımız kapalı.
Görmenin bu aşırı biçimi, aslında başka bir tür körlüğü doğurdu: dikkat körlüğü. Bilgilerin, imgelerin ve uyarıların içinde kaybolan birey, artık seçici görme yetisini kaybediyor. Dolayısıyla modern insan, biyolojik olarak değil ama kültürel olarak “körleşiyor.”
Kültürel Körlük: Kimliğin Daralan Görüş Alanı
Körlük, günümüz toplumlarında yalnızca bireysel bir sağlık sorunu değil, aynı zamanda kolektif bir körlük biçimine dönüşmüştür. Toplumlar kendi önyargılarını, kimlik çatışmalarını ve tarihsel travmalarını görmezden geldikçe, kültürel anlamda körleşirler.
Bir topluluğun körlüğü, farklı olana kapanma biçimidir. Oysa antropoloji bize öğretir ki, çeşitlilik görmekten geçer. Bir başka kültürün ritüelini, sembolünü veya inancını anlamaya çalışmak, körlüğün sınırlarını aşmanın en insani yoludur.
Sonuç: Körlüğün Eşiği, Farkındalığın Başlangıcıdır
“Kaç dereceden sonra kör olunur?” sorusuna verilecek teknik cevap 20 derecedir. Fakat antropolojik açıdan bakıldığında, asıl körlük fiziksel değil, anlamın kaybolduğu yerdedir.
Körlük bir eksiklik değil, kimi zaman farkındalığın dönüşümüdür. Her kültür, görmenin ve görmemenin sınırlarını kendi değerleriyle çizer.
Bir antropoloğun gözünden bakıldığında, kör olmak yalnızca ışığı kaybetmek değil; bazen dünyanın karmaşık yüzeylerinden sıyrılıp özünü görebilmektir.
Okuyucuya Davet
Sizce hangi noktada kör oluruz? Gözlerimiz karardığında mı, yoksa yargılarımızla dünyayı görmezden geldiğimizde mi?
Belki de görmenin en insani biçimi, başkasının gözünden dünyayı görebilmektir.
Kültürel farkları görmek, aslında kendi körlüklerimizi iyileştirmenin ilk adımıdır.